Tarih boyunca kadın ve erkek ilişkilerine baktığımızda değişen bir çok kuralla beraber bazı konularda örüntülerin pek bir değişime uğramadan devam ettiğini görebilmekteyiz. Değişen dünyaya, insanların yaşam şeklindeki evrime rağmen kadın ve erkek rollerinin temel farkları değişime direniyorsa, burada kalıtımdan, genetik miraslarımızdan da bahsedebiliriz. Biyolojik bir varlık olmamız kadar sosyal bir varlık olmamız da bizim toplumsal rollerden tamamen sıyrılamayacağımızı hatırlatır. Bazen açık bir şekilde bazen de örtük bir şekilde kadın ve erkeklere toplumun atfettiği özellikleri içselleştirebiliriz. Bu çerçeveden kadın ve erkek ilişkilerini incelediğimizde, kadınların ilişkiye olan bağlılıkları gözümüze çarpar. Her birimizin kendine has var oluşu bizi birbirimizden ayrısa da, farklı tercihler ve isteklerimiz olsa da, en temel ihtiyaçlarımız aynıdır. Bu ihtiyaçları karşılama şeklimiz de hem kendimize has kişiliğimize hem de özümsediğimiz rollere göre değişir.
Kadınların romantik ilişkilerdeki tutumlarını incelediğimizde ilişkiye olan bağlılıklarının, genetik mirasımız ve biyolojik varlığımızın sonucu olduğu düşünülebilir. Bu yakınlık isteği, yakın olma ihtiyacı bir diğerinden destek alma doyumunu besler. Kişi zorlandığında birlikte mücadele edeceği, keyifli bir günde birlikte güleceği bir partneri olmasını ister. Bu yakınlık arzusu da partneriyle ilişkisini güçlendirir. Ancak bazen çiftlerin ilişkilerinde kadının yakınlık isteği onay alma isteği ile karışabilir. Sürekli yakınında olan, onu bazen sevgi cümleleri ile bazen yaptığı işi beğendiğini ifade edişiyle, bazen de sürekli olarak onda tuttuğu ilgisiyle "Seni kabul ediyorum, onaylıyorum." mesajını veren bir erkeği isteyebilir. Bu onaylanma isteğinin öylesine şiddetlendiği olur ki erkeğin ilgisinin yeterince ona yönelmediğini, görülmediğini hisseden bir kadın öfkelenebilir.
Bu durum çoğu zaman masum bir ilgi ve sevgi isteği olarak görülebilir. Hepimizin sevgi, ilgi ve kabul görme ihtiyacı vardır ve bu en insani gereksinimlerimizdendir. Ancak biz bu ihtiyacı doyurmak için hayatımızda tek bir kanal oluşturursak, yani bu ihtiyacın doyumu için bütün yatırımı ve beklentiyi partnerimize yöneltirsek sorunlar oluşabilir. Bu büyük sorumluluğun altında ezilen bir erkek ve hayal kırıklığı içerisinde öfke ve üzüntü duyguları hisseden bir kadın oluşabilir. Kabul görmek, "Ben kabul edilebilir, sevilebilir biriyim." inancımızı beslediği için özgüven gelişimimizde çok etkilidir. Ancak kadın, partneriyle olan ilişkisini özgüveninin tek kaynağı olarak gördüğünde bu ilişkiden beklentiler abartılmış şekilde arttığı gibi kaygı da artar. Bizi besleyecek tek yol olduğuna inandığımız bir partneri kaybetmekten çok korkmamız doğaldır.
Bu abartılmış ihtiyaç algısı ve partnere yöneltilen abartılı beklentiler nedeniyle, tarihsel olarak baktığımızda kadınların "biz" olmak için "ben" olmaktan vazgeçebildiğini görmekteyiz. Bu ilişki eğer bir kadın için "vazgeçilemez" ise, ilişkiye şekil vermeye gücü yetmiyorsa farklı bir yol seçebilir. Kendine şekil vermeye, diğer ihtiyaçlarını ve düşüncelerini duymamaya başlayabilir. Bu durumda değişen bir kadın değil ama ihtiyaçlarının ve beklentilerinin sesini bir süreliğine bastıran bir kadına dönüşebilir. Bu durum kişinin içinde çelişkili duygular oluşturacağı için uzun vadeli sağlıklı bir başa çıkma yolu olmayacaktır. Kısa süreli bir ilişki doyumu verse de ilerleyen süreçlerde kadının ilişki doyumunu doğrudan etkilemektedir.
Uzm. Klinik Psikolog Zeynep H. Ödemiş