Cinsel işlev bozukluğunun evrensel olarak kabul gören bir tanımı yoktur.Cinsel işlev bozuklukları, cinsel aktivite sırasında bireyin tatmin olmasını engelleyen herhangi sorun olmasıdır. İstek, plato, uyarılma ve çözülme aşamalarında oluşan cinsel yanıt döngüsünün bir ya da daha fazla aşamasında oluşan sorunlar, cinsel işlev bozukluklarına yol açar. Kadınlarda erkeklerden daha sık rastlanan cinsel işlev bozukluğu, cinsel ilişkininin başında ya da herhangi bir aşamasında meydana gelen bir rahatsızlıktır. Psikiyatrinin temel kitabı kabul edilen DSM-IV ise cinsel işlev bozuklukları için cinsel yanıt döngüsünü belirleyen sürecin bozulması ya da cinsel ilişkide ağrı ile karekterizedir. Ve tanı konulmadan önce kişinin cinsel istek beklentiler ve performansına yönelik tutumlarını etkileyebilecek etnik, kültürel, dini ve sosyal yapısı göz önünde bulundurulmalıdır
Kişilik bozukluğu, en basit tanımıyla kişinin diğer insanlardan yaşadığı toplumdan ve kültürden açıkça farklı olan ve süre giden davranış örüntüleridir. Bu farklılıklar 3 alanda tekrar eden döngüsel problemler olarak kendini gösterir.
Amerikan Psikiyatri Derneği' nin tanı ölçütleine göre yani DSM-5'e göre aşağıdakilerden dördünün (ya da daha fazlasının) görülmesiyle genç erişkinlik döneminde başlayan, başkalarının davranışlarını kötü niyetli olarak yorumlayıp sürekli bir güvensizlik ve kuşkuculuk duyma ile karakterize olan kişilik bozukluğu grubudur.
Şizoid kişilik bozukluğu, toplumda çok yaygın görülmeyen kişilik bozukluğu türlerinden biridir. Sosyal ilişkilerden zevk alamama, soğuk ve mesafeli olma, duyguların ifadesinin sınırlı olması ve en çok da sosyal izolasyon gibi özellikler ile kendini gösterir. Bu kişilik bozukluğuna sahip kişiler, genellikle duygusal bağ kurma ve sosyal etkileşimler konusunda sorunlar yaşar. Şizoid kişilik bozukluğu, bir psikolog veya psikiyatrist tarafından yapılan değerlendirme sonucu, psikoterapi, bilişsel-davranışçı terapi, ilaçlar veya bunların kombinasyonu ile tedavi edilebilir
Şizotipal kişilik bozukluğu olan bir kişinin neredeyse hiç yakın ilişkisi, arkadaşı yoktur. Bu kişiler olaylara tepkilerini içlerinde yaşarlar, herhangi bir sosyal aktiviteye katılma durumunda ise aşırı derecede heyecan, alınganlık, kuşkuculuk ve kaygı yaşarlar. Bununla birlikte ilginç düşüncelere sahip olabilirler ve toplum içinde garip ve tuhaf karşılanabilirler. Aslında bu durum yani toplumdan soyutlanmak onlar için acı verici bir durum olur ancak buna rağmen insanlara karşı hep mesafeli davranırlar
Kişinin yaşam kalitesini her yönden olumsuz etkileyen, hem kendisine hem de çevresindeki kişilere zorlayıcı durumlar yaşatmasına neden olan ve işlevselliği, hayata, ilişkilere uyumu önemli ölçüde olumsuz etkileyen ciddi bir bozukluktur. Borderline Kişilik Bozukluğu olan kişilerin insanlar hakkındaki fikirleri ve yorumları sebepsiz yere çok hızlı değişebilir. Romantik ilişkilerinde duyguları çok yoğun düzeyde yaşarlar ve terk edilmeye karşı aşırı duyarlı oldukları için terk etmek isteyen partnere karşı aşırı tepkisel ve saldırgan veya manipülatif olabilirler. Bir gün çok samimi bir arkadaşı olarak gördüğü birine, ertesi gün bir düşmanmış gibi davranabilir. Bu nedenle insanlarla olan ikili ilişkileri istikrarsızdır
Narsistik Kişilik Bozukluğu, kişinin hemen her konuda diğer insandan daha iyi olduğunu düşünmesi ve üstün, biricik, ayrıcalıklı, özel olduğu, özel muameleyi hak ettiği gibi bir inanışa sahip olmasıdır. Yani bozulmuş kendilik algısıdır. Pek çok sıradan kişinin narsistik özellikleri olabilmektedir fakat narsistik özellikler sıradan bir kişide belirli zamanlarda ve belirli durumlarda görülürken, narsistik kişilik bozukluğu olan kişilerde hayatın her bölümüne yayılmıştır.
Histriyonik Kişilik Bozukluğu, dramatik bir kişilik bozukluğu olarak bilinen, abartılı bir duygusallık ve dikkat arayan davranışlar örüntüsü ile ayırt edilen psikiyatrik bir bozukluktur. Genellikle çok dramatik, çocukça ve aşırı duygusal tavırlar sergilerler. Aşırı duygusallık ve ilgi çekme arayışı ile giden bir kişilik örüntüsüdür. Genellikle bulunduğu ortamda ilgi odağı olmadığında rahatsız olur. İlgi çekmek için sürekli dış görünümünü kullanır. Birden değişen yüzeysel duygular gösterir. Kolay etki altında kalır ve yapmacık davranır ve duygularını abartır. Ayrıca ilişkilerin olduğundan daha yoğun olması gerektiğini düşünürler.
Çekingen kişilik bozukluğuna sahip bireyler sosyal etkileşimlerden kaçınma, düşük özsaygı ve yoğun bir şekilde çekingenlik gibi belirgin özelliklere sahiptirler. Bu kişiler eleştiri, reddedilme ve onaylanmamaktan o kadar çok korkarlar ki negatif geri bildirimlerden kendilerini korumak için işe girmekten ya da ilişki kurmaktan kaçınırlar. Sıklıkla sosyal anksiyete bozukluğuyla birlikte seyreder. Sınırda kişilik bozukluğu, şizotipal kişilik bozukluğu ve alkol kullanımı ile eş tanı alır. Çekingen kişilik bozukluğu olan bireylerin yaklaşık %80’inde eş tanı olarak majör depresyon mevcuttur. Tanı kriterleri, genellikle erken çocukluk döneminden itibaren gözlemlenen ve aşağıdaki dört ya da daha fazla belirtiyle kendini gösteren kalıcı bir sosyal ketlenme, sosyal izalasyon yapısı, yetersizlik duygusu ve eleştiriye karşı aşırı hassasiyeti içerir
Bağımlı Kişilik Bozukluğu, kişinin aşırı derecede bağımlı ve bağımlılık eğilimleri gösterdiği bir kişilik bozukluğu türüdür. Bu kişilik bozukluğunun en temel özellikleri başkalarına aşırı derecede bağımlılık ve özgüven eksikliğidir. Tanı kriterleri; Erken ergenlikte başlayan ve birçok şekilde kendini göstererek aşağıdakilerden en az beşinin varlığı ile kendini gösteren aşırı bakılma ihtiyacına dayanır.
Obsesyon; ısrarcı ve kontrol edilemez türde tekrarlayan düşünce, imge ya da dürtülerdir. Çoğu zaman saçmadır. Örneğin; Ya kendimi kontrol edemez de metronun altına atarsam? Kişi aklına gelen düşüncelerden sorumlu değildir. Obsesyon, biz istemeden gözümüzün önüne gelen imgeler, düşünceler, davranışlar olabilir. Ancak bu düşünce, imgeler çok ısrarcıysa, obsesyon olabilir. Obsesyonlarda his, dürtü çok yoğundur, kişi “bir anda kendimden geçer de bunu yaparsam” diye düşünür. Kişi, bu dürtülere maruz kalabilir(ya arkamdaki adam beni ansızın arabanın önüne ittirirse?), ya da maruz bırakabilir.
Psikopatoloji Tanımından Ne Anlamalıyız? Türleri Nelerdir? Psikopatoloji, kişinin sosyal, kişisel veya mesleki işlevselliğinde sıkıntıya ve yeti eksikliğine yol açan semptomlar topluluğu ( Davranışsal veya psikolojik olabilir) şeklinde ortaya çıkan, klinik olarak önemli olan bir sendromdur. Bu alanda, ruhsal bozuklukların kökeni, belirtileri, sınıflandırılması ve tedavi seçenekleri araştırılır. Psikopatoloji, psikoloji ve psikiyatri gibi alanlarla yakından ilişkilidir ve insanların ruh sağlığını anlamak için önemli bir rol oynar. Psikopatoloji: Ruhsal Bozuklukların Türleri? Psikopatoloji, çeşitli ruhsal bozuklukları kapsar. Bu bozukluklar, genellikle duygu, düşünce ve davranışlarda anormalliklere yol açar. Psikopatolojiler, Çok Eksenli Psikiyatrik tanı ile 4 eksen altında incelenir
Beslenme, insan hayatının temel bir ihtiyacıdır ve kültürel, psikolojik ve fizyolojik faktörlerle etkilenir. Beslenme alışkanlıkları, bir toplumun kültürü, tarih ve coğrafyası gibi birçok etmenden etkilenir. Aynı zamanda bireysel düzeyde anne-baba tutumları ve çocuklar üzerindeki etkileri de büyük önem taşır.
Duygudurum bozukluğu, kişinin duygusal durumunu etkileyen bir akıl sağlığı sorunudur. Bir kişinin uzun süreli aşırı coşkunluk (mani), aşırı üzgünlük (depresyon) veya her ikisini birden (bipolar; yani iki uçlu) deneyimlediği bir bozukluktur. Duygudurum (mood) kişilerin belli bir süre zarfında ve sınırlar içerisinde hangi tip duygulanım içinde bulunduklarını gösterir3. Duygudurum normal, taşkın, çökkün ve sıkıntılı olabilir. Bu tanıma göre duygudurum bozukluğuna sahip kişi; ortaya çıkan durum, olay ve koşullar karşısında normal sınırlar içerisinde kabul edilmeyen, uygun olmayan veya abartılmış duygulanım göstermektedir.
Farklı bir bilinçlilik durumu olarak tanımlanabilecek uyku, insan vücudunun normal ve sağlıklı işlemesi için gereklidir. İşlevsellikte bozulmaya ve yaşam kalitesinde düşmeye yol açtığı bilinen uyku sorunları başka bir bedensel ya da ruhsal hastalığın bir belirtisi olarak ortaya çıkabileceği gibi başlı başına bir hastalık olarak da görülebilir.
Somatoform Bozukluk, kişinin işlevselliğini bozan, altta yatan organik bir nedene bağlı olmadan ortaya çıkan birden fazla fiziksel belirti ile kendini gösteren bir hastalıktır. Günümüzde çoğu hastalığın oluşmasında psikolojik sorunlar bir faktör yani besleyici olarak görülmektedir ancak somatoform bozuklukta ana sebep psikolojiktir. Mevcut bir tıbbi hastalığın varlığında kısmen duygusal faktörlerden kaynaklanan fizyolojik değişiklikler ile karakterize bozukluklar olarak tanımlanmaktadır. Kardiyovasküler, solunumsal, endokrinolojik, dermatolojik vb. çeşitli sistemlerde ortaya çıkabilmektedir. Somatik belirti bozuklukları, belirgin somatik veya bedensel semptomların göze çarptığı ancak ruhsal bozuklulardır. Kişiler genellikle, vücutlarında farklı bölgelerde oluşan ağrı, yorgunluk, baş dönmesi, çarpıntı vb. gibi bedensel şikayetler ile başvururlar. Aynı anda birden fazla belirtiden şikayetçi olunabileceği gibi, kalıcı ve sürekli nitelikte tek bir belirtiden de bahsedilebilir. Kişi, yüksek düzeyde bir sağlık korkusu ile kendisini kontrol etme davranışına da sahip olabilmektedir. “Tıbbi durumları etkileyen psikolojik etkenler” olarak da adlandırılmaktadırlar.
Anksiyete, algılanan veya yaklaşmakta olan stres ya da tehdit faktörlerine tepki olarak, hafif, orta ya da şiddetli derecede hissedilen, endişe, korku veya sıkıntı duygusudur. DSM-5'e göre bir dizi yaygın psikiyatrik bozukluğun özelliği olarak sınıflandırılmaktadır. Günlük hayatımızda ara sıra anksiyete yaşamak olağandır. Çünkü zaman içerisinde karşı karşıya kaldığımız olaylardan ötürü endişelenebilir ya da gelecek ile ilgili maddi-manevi anlamda kaygılar duyabiliriz. Günlük yaşamda kaygı duymak her ne kadar normal olsa da, dozunda bir aşırılık mevcutsa o zaman tıbbi bir hastalıktan söz edebiliriz. Anksiyete bozukluğu olan kişilerde, yoğun, sürekli devam eden bir endişe hali ve günlük hayatta rastlanılan durumlara karşı korku vardır.Panik Atak krizleriyle de kendini gösterebilir. Bu duyulan aşırı endişe, kaygı, panik durumu günlük aktivitelerin süregelmesini sekteye uğratır. Kontrol edilmesi ve yönetilmesi zor olduğu gibi, zaman öngörüsünde de bulunulamamaktadır. Bu halin belirtileri çocukluk, gençlik yıllarında başlayıp yetişkinliğe kadar devam edebilmektedir. Yetişkinlik döneminin ardından azalma eğilimindedir.
Psikotik Hastalıklar, kişinin gerçeği değerlendirmesini bozduğu için daha ciddi ruh hastalıklarını kapsar. Hemen herkesin bildiği “şizofreni”, bu grubun en önemli hastalığıdır. Şizofreni en sık rastlanan psikotik bozukluktur. Psikotik bozukluk, bireyin gerçek dünya ile gerçeklikle bağını kaybetmesi durumudur. Psikoz durumunda yaşananlar, sanrı ya da halüsinasyonlar şeklinde gelişir. Psikoz durumunda kişiler, başka insanların görmediklerini görürler, gerçekle ilişkisi olmayan sesler duyarlar ya da gerçekliği olmayan şeylere inanırlar. Yoğun kaygı, uyku problemi, madde kullanımı, şizofreni ve bipolar bozukluk gibi bazı psikiyatrik durumlar psikoza sebep olabilir. Psikiyatrik ihtiyacı olan ama bunu fark etmeyen bu tür hastalar, yardım almak istemezler. Kabul etse bile sorunun kaynağının kesinlikle başkaları olduğunu savunurlar. Zaten kendilerine yardım etmek isteyenlere de güvenmezler.
Madde bağımlılığı; kişinin kullandığı maddeye uzun süreli fiziksel ve psikolojik manada kenetlenerek, şahsi, toplumsal ve mesleki hayatının kötüleşmesi şeklinde oluşan madde kullanım rahatsızlığıdır. Bu tanımı kullanabilmek için, kişinin maddeye karşı tolerans geliştirilmiş olması ve maddenin kesilmesi ya da azaltılması durumunda kaygı, huzursuzluk, titreme gibi belirtilerin gözlenmesi önemlidir. Ülkemizde ve dünya genelinde son dönemlerde sıkça rastlanmaya başlanan madde kullanımlarına bakıldığında, merkezi sinir sisteminde uyuşma yaratan, çoğu ağrı gideren, en başta gelenler arasında ise, sigara, alkol, esrar, kokain, amfetamin, sedatifler sayılabilmektedir. Zamanla aynı etkiyi sağlamak için maddenin kullanım sıklığı ve miktarı arttırılır. Böylece birey kendini kısır bir döngünün içerisinde bulur. Madde bağımlılığı hayati tehlikeye yol açabilir. Sağlık için son derece tehlikeli olan maddelerin vücuda etkileri oldukça hızlıdır.
Değişim ne kadar dirensek de kaçınılmaz ve süreklidir. Bir yandan tekrarın ve aynılığın sağladığı konfor ve güven duygusunu isterken, diğer yandan da bir şeyleri ve karşımızdaki kişiyi onarma ve biçimlendirme çabası içinde oluruz. Ancak, tıpkı bireyler gibi ilişkilerin de karakteri olduğunu, "Ben" i korurken ilişkinin karakterine saygı duymak gerektiğini unutmamak gerekir.
Travma; beklenmeyen bir anda gerçekleşen, kişinin günlük rutinini bozan, kişide dehşet, kaygı ve panik duyguları yaratan, anlamlandırma süreçlerini büyük ölçüde bozan olaylar olarak tanımlanmaktadır. Kişiyi zorlayan, rahatsızlık hissi yaratan travmatik bir olaydan sonra psikolojik destek almak her zaman için önemini korumaktadır.
Yakınlık isteği, yakın olma ihtiyacı bir diğerinden destek alma doyumunu besler. Zorlandığında birlikte mücadele edeceği, keyifli bir günde birlikte güleceği bir diğerinin varlığını daha da kalıcı hale getirir, yani bu ilişkiyi güçlendirir. Ancak bazen çiftlerin ilişkilerinde kadının yakınlık isteği, onay alma isteği ile karışabilir.
Çocuklarda da stresli yaşam olayları iştahı etkileyebileceği gibi yemek düzenin kendisi, sofradaki ebeveyn tutumları da doğrudan stresör olabilir. Eğer çocuk ne yiyeceğini ne yemeyeceğini ve ne kadar yemek istediğini seçemiyorsa yemek yemek onun için stresli bir eylem haline gelir.
Ebeveynler ve çocuklar arasındaki inatlaşmalar, izin vermek ve vermemek meselesi daima sürüp gider. Sınır koymak kadar ve bu sınırı korumak da zahmetli bir iştir. Peki sınır koymak nedir ve nasıl yapabiliriz?
Uzun süren araştırmalar sonucu elde edilen verilerden yola çıkarak Amir Levine ve Rachel Heller’ın kaleme aldığı ‘’bağlanma’’ adlı bu kitap, yetişkinlikte partnerimizle kurduğumuz ilişkideki bağın çocuklukta bakım verenimiz ile kurduğumuz bağlanma modeliyle benzerlik taşıdığına dikkat çekmiştir.
Birden fazla çocuklu ailelerin sık karşılaştığı problemlerden biri yenidoğan çocukla birlikte diğer çocuğun veya çocukların davranışlarındaki değişiklerdir çünkü tüm ilgiyi, dikkati ve sevgiyi üzerinde hisseden çocuk aileye birdenbire yeni bir üyenin katılmasıyla var olan dengelerin değiştiğini düşünür dolasıyla bu evlerde kardeşler arası kıskançlık kaçınılmaz hale gelir.
Patrick Ness’in Canavarın Çağrısı kitabından aynı isimle uyarlanarak seyircileriyle buluşan ailece izleyebileceğiniz bir film tavsiyesiyle geldik. Birçok film, dizi veya kitap örseleyici yaşam olaylarının bireyler üzerindeki değişimlerini işlerken sadece olumsuz etkilerine odaklanılabiliyor fakat örseleyici yaşam olaylarıyla baş etmenin bir sonucu olarak bireyler olumlu değişimler de gösterebilir.